Connect with us

SAĞLIK

Dişte Renk Değişikliği

Published

on

Lekeli Dişlerin Nedenleri ve Tedavisi

 

Günümüzün bilinçli genç toplumunda, diş renk değişikliğinin donuk, lekeli etkileri yaygın bir diş şikayetini temsil eder.

 

Britesmile, Opalescence ve Zoom beyazlatma gibi profesyonelce yönetilen diş beyazlatma seçeneklerinin ötesinde, insanlar sarı dişlere ve diğer renk solma biçimlerine karşı süregelen mücadelelerinde yeni ortaya çıkmış günlük ürünleri kullanıyor.

 

Beyazlatıcı şeritlerden ve beyazlatıcı diş macununa ve sakıza kadar, insanlar beyaz ve çekici bir gülümseme elde etmek ve bunu sürdürmek için çeşitli yollar arıyor.

Renk Değişikliği Türleri

 

Diş renklenmesi dışsal ve içsel olmak üzere iki ana türe ayrılır.

Dış renklenme, dişin mine adı verilen dış tabakasında meydana gelir; emaye lekeleri beyaz çizgilerden sarı tonlara veya kahverengi lekelere ve çukurlara kadar değişebilir.

 

Dentin koyulaştığında veya sarı (veya gri) bir renk tonu gösterdiğinde, dentin adı verilen dişin iç yapısında içsel renk değişikliği meydana gelir.

 

Dışsal lekelenme, çeşitli beyazlatma teknikleri kullanılarak etkili bir şekilde tedavi edilebilirken, içsel lekelenme daha inatçı olabilir ve potansiyel olarak kaplamalar gibi alternatif kozmetik tedaviler gerektirebilir.

 

Renk Değişikliğine Ne Sebep Olur?

 

Diş renk değişikliğini etkili bir şekilde yönetmek için nedenlerini bilmek önemlidir.

Bunlar nedenler şöyledir:

 

  • Yiyecekler/İçecekler: Kahve, çay, kola, şaraplar ve bazı yiyecekler (örn. patates, kiraz, yaban mersini) dış diş lekelerine neden olabilir.
  • Tütün Kullanımı: Sigara içmek veya tütün çiğnemek dişlerin renginin değişmesine neden olabilir.
  • Yetersiz Diş Hijyeni: Plak ve leke oluşturan maddeleri çıkarmak için yetersiz fırçalama ve diş ipi kullanımı diş lekelerine neden olabilir.
  • Hastalık: Diş minesini ve dentini etkileyen hastalıklar diş renginin solmasına neden olabilir. Hamile annelerdeki bazı enfeksiyonlar diş minesi gelişimini etkileyerek bebekte renk değişikliğine neden olabilir.
  • İlaçlar: Antihistaminikler, antidepresanlar ve yüksek tansiyon ilaçları dişlerin rengini bozabilir. Annenin gebeliğin ikinci yarısında tetrasiklin antibiyotik kullanması bebeğin diş minesinin renginin solmasına neden olabilir. Diş gelişimi sırasında (sekiz yaşından önce) tetrasiklin ve doksisiklin antibiyotik alan çocuklar, kalıcı dişlerde içsel renk değişikliği yaşayabilir.
  • Diş İşleri: Gümüş amalgam restorasyonlar gibi belirli diş malzemeleri gerektiren prosedürler, dişlerde grimsi siyah bir döküm oluşturabilir.
  • Yaşlanma: Yaşlandıkça, dişlerinizdeki minenin dış tabakası aşınır ve dentinin doğal sarı rengi ortaya çıkar. Ek olarak, yıllar geçtikçe dişlerinizde daha fazla leke ve tartar birikerek onların koyulaşmasına ve renginin solmasına neden olur.
  • Genetik: Bazı şanslı bireyler, doğal olarak diğerlerinden daha parlak ve/veya daha kalın diş minesine sahiptir.
  • Çevre: İçme suyundaki yüksek florür seviyeleri veya florür uygulamalarının, durulama sıvılarının, diş macunlarının ve oral florür takviyelerinin aşırı kullanımı gibi çevresel kaynaklardan gelen aşırı florür renk bozulmasına neden olabilir.
  • Tıbbi Tedaviler: Bazı tedaviler mine ve dentin tabakalarının rengini olumsuz etkileyebilir. Örneğin, kemoterapi ve baş ve boyun radyasyonu bu tür iki tedavidir.
  • Travma: Sinirlere zarar veren veya dişleri parçalayan/çatlayan bir düşme veya başka herhangi bir yaralanma, yetişkinlerde ve çocuklarda dişlerin renginin değişmesine neden olabilir.

 

Boyama Spektrumu

 

Bir diş lekesinin rengi, ona neden olan maddeden etkilenir. Diş renginin bozulmasına neden olabilecek faktörler ve ürettikleri lekelerin türü aşağıdakileri içerir.

 

  • Tetrasiklin Antibiyotikler: Tetrasiklin ve diğer antibiyotikler genellikle yatay çizgili desende genellikle mavi-gri veya sarı-kahverengi renkte lekelere neden olur. Porselen kaplamalar, tetrasiklin kaynaklı lekeler için tercih edilen tedavi yöntemidir.
  • Florür: Floroz, yani diş oluşum yıllarında aşırı flor tüketimi, sıklıkla diş yüzeyinde tebeşirimsi beyaz veya kahverengi lekeler, yamalar veya çizgilerle sonuçlanır.

 

Kahverengi lekeler ağartmaya iyi yanıt verse de, beyaz alanlar daha az fark edilir hale getirmek için arka plan aydınlatılabilse de beyaz lekeler değişmeden kalır. Bazen, problemli beyaz alanları ele almak için ağartmanın bonded restorasyonlar veya aşındırma teknikleri ile birleştirilmesi gerekebilir.

Örneğin, diş için güvenli asit ve çok ince, kumlu macunun döner uygulamasını içeren bir tedavi olan mine mikroabrazyonu, ortodontik braketler veya bantlardan kaynaklanan floroz ve dekalsifikasyonların neden olduğu yüzeysel intrinsik renk değişikliğini gidermek için kullanılır.

 

 

  • Yiyecekler/İçecekler ve Tütün: Kahve, çay, kola ve kırmızı şarap zamanla tüketildiğinde dişlerde sarı, kahverengi, yeşil veya turuncu renklenmelere neden olabilen lekeler oluşturur. Tipik olarak, bu tür diş lekeleri, düzenli profesyonel temizlik ve yemeklerden sonra fırçalama, diş ipi kullanma ve durulamayı içeren düzenli evde diş bakımı ve ayrıca lekeye neden olan yiyecek ve içeceklerin ortadan kaldırılması veya kesilmesi yoluyla giderilebilir. Bu tür lekeler ayrıca peroksit bazlı diş beyazlatma tedavilerine de iyi yanıt verir; Beyazlatıcı diş macunları, gargaralar, şeritler ve diş etleri gibi ev tipi beyazlatma ürünleri, muayenehane içi beyazlatma prosedürlerinin ve tedavilerinin sürdürülmesine ve desteklenmesine yardımcı olması için önerilebilir.
  • Yaşlanma: Zamanla, bir kişinin dişleri sarı veya kahverengi tonlar alacaktır. Ofis içi ve evde beyazlatma tedavileri, önemli beyazlatma etkileri üretecektir. En iyi uzun vadeli sonuçlar için periyodik yeniden tedaviler önerilir.
  • Genetik: Cildiniz veya gözlerinizin rengi gibi, kalıtsal genler nedeniyle dişleriniz daha sarı, daha kahverengi veya daha gri görünebilir. Diş beyazlatma tedavilerinin, doğal renklenmeleri olan dişlerde çok az etkisi olabilir veya hiç etkisi olmayabilir. Bu gibi durumlarda, diş hekiminiz kaplama veya kompozit kullanımını önerebilir.
  • Zayıf Ağız Hijyeni/Diş Çürüğü: Bunlar dişlerinizde beyaz, gri, kahverengi, sarı ve hatta siyah ve yeşil lekelere neden olabilir. Diş beyazlatma ürünleri bu tür lekeleri çözmez. Bu gibi durumlarda kişinin diş hekimi ihmal ve diş çürümesinden kaynaklanan hasarları dolgu, diş kaplama veya kaplama gibi diş restorasyonları ile onarmalıdır.

 

Advertisement

SAĞLIK

”Yaşım ilerledi, unutmam normal” demeyin!

Published

on

Günümüzde çoğumuzun dert yandığı  ‘unutkanlık’  özellikle ileri yaşın doğal bir sonucu olarak düşünülse de, aslında 65 yaş üzerinde en sık görülen bunama nedeni olan ‘Alzheimer hastalığının ilk uyarılarından biri de olabiliyor!

Günümüzde çoğumuzun dert yandığı  ‘unutkanlık’  özellikle ileri yaşın doğal bir sonucu olarak düşünülse de, aslında 65 yaş üzerinde en sık görülen bunama nedeni olan ‘Alzheimer hastalığının ilk uyarılarından biri de olabiliyor!

Türkiye’de net veriler olmasa da 600 binin üzerinde Alzheimer hastası olduğu ve uzayan insan ömrüyle birlikte bu sayının 65 yaş üzerinde her beş yılda bir iki katına çıktığı belirtiliyor. Acıbadem Ataşehir Hastanesi Demans ve Davranış Nörolojisi Uzmanı Prof. Dr. Neşe Tuncer, Alzheimer hastalığında erken tanı ve tedavinin büyük önem taşıdığı uyarısında bulunarak, “Erken tanı sayesinde hastalığın ilerleme hızı belirli bir süre yavaşlatılabiliyor, hatta bazı tablolarda durdurulması bile mümkün olabiliyor.

Alzheimer en sık unutkanlık gibi yakın bellek sorunlarıyla başlıyor. Hastalığın özelliği, önce yeni olaylar unutulurken eski yaşantıların detaylı bir şekilde hatırlanması. Bu durum hasta yakınlarını şaşırtabiliyor ve unutkanlığın gerçek olup olmadığının sorgulanmasına neden oluyor.

Yıllar içinde hastanın belleğindeki bilgiler en yeniden en eskiye doğru bir bir siliniyor ve en eski anılar da kayboluyor. Dolayısıyla erken tanı için özellikle 65 yaş üzerindeki kişilerde oluşan  ‘unutkanlık’ sorununda zaman kaybetmeden konunun uzmanı bir nöroloji hekimine başvurmak gerekiyor” diyor.

Alzheimer’ın 10 erken sinyali!

Alzheimer hastalığına erken tanı konulması tedaviden etkin sonuç alınmasında büyük öneme sahip.  Prof. Dr. Neşe Tuncer, Alzheimer’ın erken dönem belirtilerini şöyle sıralıyor:

  • Unutkanlık giderek artıyorsa ve günlük yaşamı artık etkiler hale geldiyse
  • Konuşmada bozulma varsa
  • Zaman ve yer algısında kayıp başladıysa
  • İç görü ve yargılamada bozulma varsa ve hastalık inkar ediliyorsa
  • İş planlama ve takipte zorluk başladıysa
  • Aynı soruları tekrar tekrar sorma, eşyaları yanlış yere koyma dikkat çeker hale geldiyse
  • Kişilik ve davranış değişikliği gözleniyorsa
  • Yol, yön bulma güçlüğü nedeniyle artık dışarı çıkmak zor oluyorsa
  • İçe kapanma, sosyal ortamlara girememe sorunu başladıysa
  • Hobi ve uğraşlardan vazgeçme olduysa

Beyindeki değişimler 20-30 yıl önce başlıyor 

Alzheimer hastalığının nedenleriyle ilgili çok sayıda çalışma ve teori mevcut. Beyinde asetil kolin azalması bir neden olarak biliniyor. Yapılan çalışmalara göre; beynin kabuk kısmında hücre içi ve hücreler arasında anormal protein birikimi oluyor, buna bağlı olarak hücreler ölüyor ve hücreler arası bağlantılar geri dönüşümsüz kayboluyor. Bunun sonucunda beyinde hafızayla ilgili görev yapan aracı kimyasalların (asetil kolin) düzeyi azalıyor. Alzheimer hastalığında beyindeki bu değişimler belirtiler ortaya çıkmadan 20-30 yıl önce başlıyor. Dolayısıyla hastalık bulguları ilerledikten sonra tedavilerin faydası sınırlı kalıyor.

Aile öyküsü önemli bir risk faktörü 

Beyindeki proteinlerin neden bazı kişilerde biriktiği tam olarak bilinmese de hastalığa yatkınlık oluşturan etkenler üzerine tıp dünyasının kapsamlı çalışmaları sürüyor. Alzheimer’de en önemli risk faktörünün ilerleyen yaş olduğu belirtiliyor. Bunun yanı sıra düşük eğitim düzeyi ve sedanter yaşam, ağır beyin travmalarına maruz kalmak, hipertansiyon ve diyabet gibi damar yapısını bozan hastalıkların kontrolsüz şekilde var olması, kadın cinsiyeti, tedavi edilmemiş depresyon, obezite, sigara ve alkol tüketimi, hatta hava kirliliği ve zehirli gazlar gibi pek çok etken hastalığın başlamasında etkili oluyor. Prof. Dr. Neşe Tuncer, aile öyküsünün Alzheimer’da önemli bir risk faktörü olabileceğine işaret ederek, Alzheimer hastalığının bazı ailesel formlarında hastalığa yakalanma riskinin normal popülasyona göre 3-4 kat fazla görülebileceği belirtiliyor. Üstelik ailesinde Alzheimer hastalığı olan kişilerde hastalık 65 yaş öncesinde başlayabiliyor ve bu tablo ‘erken başlangıçlı Alzheimer’ olarak nitelendiriliyor. Bu nedenle aile öyküsü olan kişilerde genetik araştırma yapılması önem taşıyor.

Yeni tedaviler umut veriyor! 

Alzheimer hastalığının tedavisinde Amerika Birleşik Devletleri’nde onay alan, henüz Avrupa’da onay almamış bazı yeni ilaçlar mevcut. Amiloid aşıları olarak geçen bu moleküller beyinde biriken anormal proteinleri temizleyerek etkili oluyorlar. Bilim dünyası her gün bu tedavileri geliştiriyor; etkinliğini arttıran ve yan etkilerini azaltan formlar üzerinde çalışıyor. Çalışmaları yakından takip ettiklerini belirten Prof. Dr. Neşe Tuncer, “Yakın bir dönemde ülkemizde de hastalarımıza verebileceğimiz yeni tedaviler için umutluyuz.” diyor.

Hastalığın ilerleme hızı yavaşlatılabiliyor

Halihazırda kullanılan ilaç tedavisi ve yaşam alışkanlıklarında yapılan düzenlemelerle hastalığın ilerleme hızı yavaşlatılarak hastanın fonksiyonel kapasitesi artırılabiliyor. Demans ve Davranış Nörolojisi Uzmanı Prof. Dr. Neşe Tuncer, ancak tedaviden etkin sonuç alınabilmesi için ilaç kullanımına mutlaka erken dönemde başlanması gerektiğine dikkat çekerek, “Özellikle, hastalığın bulgularını yavaşlatmakta etkili olduğu yapılan çalışmalarla kanıtlanmış olan ilaçların tedavisine erken dönemde başlandığında, tedavinin etkinliği daha uzun süreli oluyor. Erken teşhisin bir başka önemi ise bunamaya neden olan Alzheimer dışındaki tiroit hastalıkları, vitamin yetmezlikleri, depresyon ve diğer sistemik hastalıkların tedavi edilmesidir” bilgisini veriyor.

Bedensel ve zihinsel yöntemler önemli

Prof. Dr. Neşe Tuncer, ilaç tedavisinin yanı sıra bilişsel stimülasyon, hastanın zihinsel kapasitesinin arttırılmasına yönelik hobiler, faaliyetler, egzersizler, sosyalliğin arttırılması, fiziksel egzersiz programları, beslenme alışkanlıklarında yapılan düzenlemeler (yeşil sebze, meyve, tahıllardan zengin kolesterolden  fakir Akdeniz diyeti ile beslenme) gibi bedensel ve zihinsel yöntemlerin de hastalığın ilerlemesini önlemede etkili olduğunu belirtiyor.

Continue Reading

SAĞLIK

Bilim insanları abur cubur yiyen farelerde kilo alımını önleyen ilaç geliştirdi

Published

on

Hayatlarının çoğu boyunca yüksek şeker ve yüksek yağ içeren bir diyetle beslenen fareler, deneysel yeni bir ilaçla tedavi edildiklerinde kilo alımından kaçmayı ve karaciğerlerini korumayı başardılar.

Küçük moleküllü ilaç, San Antonio’daki Texas Sağlık Bilimleri Merkezi (UT Health San Antonio) tarafından yönetilen bir ekip tarafından geliştirildi.

Kimyasal kısaltması CPACC ile bilinen bu sistem, hücrenin enerji üretmek ve kalori yakmakla görevli kısımları olan mitokondriye magnezyum girişini sınırlayarak çalışıyor.

Araştırmacılar yeni ilacı, Mrs2 adı verilen magnezyum taşıyıcı proteini kodlayan spesifik bir genin silinmesinin etkisini incelerken keşfettiler.

Bu protein, magnezyumu mitokondriyal zar boyunca taşımak için bir kanal görevi görüyor.

MRS2 silinmesi, farelerin 14 haftalıktan başlayarak bir yıla kadar (bir farenin hayatında uzun bir süre) abur cubur tüketmesine rağmen, mitokondrilerinde gelişmiş şeker ve yağ metabolizmasına sahip, daha zayıf, daha sağlıklı olmasına olanak sağladı.

Elbette farelerde elde edilen sonuçlar insanlar için geçerli olmayabilir ve çalışmanın yazarları bunun bazı sınırlamaları olduğunu belirtiyor.

İnsanlardaki metabolik sendromu taklit etmek için kullandıkları yöntemde uzun süreli diyet stresi kullanılıyor. Sistemi kısa süreli diyet stresine sokmak, MRS2 silinmesinin ana etkilerinin açıklığa kavuşturulmasına yardımcı olabilir.

Ayrıca araştırmacılar, MRS2 için tam bir silme yöntemi kullanmanın, her bir dokunun metabolik düzenlemeyi nasıl etkilediğine bakmayı imkansız hale getirdiğini söylüyor.

MRS2’nin yaygın ifadesi göz önüne alındığında, bunun beyin, kalp, böbrekler, akciğerler ve iskelet kasları gibi çeşitli organlar üzerindeki etkilerine ilişkin daha fazla araştırmanın önemini vurguluyorlar.

Continue Reading

SAĞLIK

Sıcak havalarda evden çıkmak istemememizin nedeni meğerse bambaşkaymış…

Published

on

Aşırı sıcaklar insan sağlığını birçok yönden olumsuz etkiliyor. İnsanların psikolojiside sıcaklardan oldukça fazla etkileniyor. Havaların çok sıcak olmasının psikolojinizdeki etkilerinin ne olduğunu merak ediyorsanız bu haberi mutlaka dikkate alın…

Aşırı sıcakların giderek artacağına dair açıklamaların ardından Uzman Psikoloğu Tuğçe Denizgil, aşırı sıcakların insan psikolojisinde yol açtığı olumsuz etkileri dile getirerek bu etkilerden nasıl korunabileceğini anlattı.

“Stresi kabaca, organizmanın uyum kapasitesini etkileyen etmenlere ve yaşanılan değişime uyum sağlama tepkisi olarak tanımlayabiliriz” diyen Uzman Psikoloğu Tuğçe Denizgil, bu bağlamda, artan sıcaklık ortalaması ile nemin beden üzerinde halsizlik, kalp çarpıntısı, ateş basması, yüksek tansiyon gibi istenmeyen sorunlara neden olmasının yanı sıra, insan psikolojisini de yakından etkilediğini bildirdi.

Sıcak havalarda uyku problemlerinin de sıkça karşılaşılan sorunlardan biri olduğunu belirten Denizgil, yetersiz uykunun, bitkin ve yorgun hissetme ile tahammülsüzlüğü de beraberinde getirebildiğini ifade etti. “Yaz aylarında yaşanan önemli psikiyatrik yakınmalardan biri de uykusuzluktur” diyen Tuğçe Denizgil şöyle devam etti:

“Buradaki en önemli faktör ise uykusuzluğun bipolar hastalığının, aşırı neşeli, haraketli vb. manik dönemi tetikleyebilmesidir. Ayrıca uykusuzluk gün içerisinde huzursuzluk, sinirlilik, tahammül edememe ve gerginliğe de yol açabilmekte, bu da gerek duygusal, gerek sosyal, gerekse profesyonel ilişkilerde yıpranma ya da bozulmaya yol açabilmektedir.”

Artan yaz sıcakları nedeniyle açık havada gerçekleştirilen aktivitelerin sekteye uğraması ya da azalmasının söz konusu olduğu durumlarda da kişilerde huzursuzluk halinin yaşanabileceğini söyleyen Tuğçe Denizgil, bir diğer önemli sorunun ise dikkat gerektiren işleri sürdürmede yaşanan olumsuz etkilenmeler olduğunu belirtti.

“SICAK HAVA EN ÇOK ANKSİYETE BOZUKLUKLARINA NEDEN OLUYOR”

“Hava sıcaklığındaki artışlar özellikle ruhsal hastalıklar içinde en çok anksiyete bozukluklarına neden olabilmektedir” ifadesini kullanan Psikolog, nem oranındaki artışların ise panik bozukluğu olanlar için huzursuzluk hissi oluşturduğunu, bu kişilerin atak geçirme sıklığının da bu bağlamda artabildiğini aktardı.

Birçok insan için rahatlama, deniz ya da tatil anlamına gelen yaz aylarının bazı kişilerde ise öfke denetleme sorunlarında artışa yol açabildiğini söyleyen Denizgil, araştırmaların, birçok toplumsal olayın yaz dönemine ya da sıcak havalara denk geldiğini, suç işleme oranlarında ise yine bu dönemde artış yaşandığını gösterdiğini bildirdi. Birçok kişinin tatile çıktığı zaman alkol ya da madde kullanımını artırabildiğini kaydeden Uzman, tatil döneminin bağımlı kişiler ya da tedavi süreci devam eden hastalar için alkol ya da maddeye kolay ulaşmak açısından oldukça riskli olabileceğini sözlerine ekledi.

PSİKOLOJİNİZİ BU ŞEKİLDE KORUYUN!

Tuğçe Denizgil, yaz mevsiminde sıvı tüketiminin yeterince olmadığı zamanlarda aşırı terleme nedeniyle vücut elektrolit dengesinin bozulabileceğini, halsizlik, yorgunluk, iştah kaybı, isteksizlik hissi yanında çabuk öfkelenme gibi davranışların artabileceğini söyleyerek şu önerilerde bulundu:

“Yaşanabilecek olumsuz etkileri en aza indirgemek amacıyla yaz aylarında sıvı tüketimine daha çok dikkat edilmesi gerekmektedir. Sıcak havalarda tercih edilecek rahat kıyafetler, vücudu daha konforlu hissettirip, stresi azaltabilir. Hissedilen sıcağın etkilerini azaltmak ve uyum sağlamak öncelikli hedefimiz olmalıdır. Sürekli negatif otomatik düşüncelere odaklanmak, yaşanılan stresi artıracağından, kişiler için temel amaç stresi kontrol etmek olmalıdır. Ayrıca akşam saatlerinde keyif alınabilecek zamanlar oluşturulmalı, gün içinde sıcaklardan dolayı ket vurmak zorunda kalınan aktiviteleri gerçekleştirmeye özen gösterilmelidir.”

Continue Reading
Advertisement

Facebook